3 Ağustos 2007 Cuma

*her karikatürün bir öyküsü vardır* -İŞTE BİR OĞUZ ARAL KARİKATÜRÜNÜN ÖYKÜSÜ...

Sevgili Dostlar,

Bu sayfada, Oğuz ARAL imzasını taşıyan bir dergi kapağı görülmekte...
Aşağıdaki, OĞUZ ARAL imzalı yazıyı okuyunca,
bir kez bakıp da geçtiğimiz sanat ürünlerinin arka planında ; acılarıyla, iç hesaplaşmalarıyla, uykusuz ve yorgunluklarıyla (...) nasıl sancılar çekildiğini bir kez daha anımsamış olacağız.

Değerli Dostlar,
Her insanın bir hikâyesi olduğu gibi, her karikatürün de bir hikâyesi vardır.
Baktığımız bir karikatürün hikayesini de bilmek, bize çok çarpıcı şeyler öğretecektir. Hatta o ürünü daha çok sevmemize, benimsememize yol açacaktır.
Araştırmacıların, sanata heves edenlerin, eğitimcilerin (...) de işine yarayacaktır bu tür bir girişim.

*Aziz NESİN'in tutup da rüyalarını yazmasının bir anlamı vardır.
Ola ki, ileri bir zamanın bilimsel çalışmalarında işe yarar diye, bir aydın sorumluluğuyla düşlerini kağıda dökmek, insanlığa hizmet için belgelemek, sıradan bir şey değildir. Kolay, hiç değildir.
*Kıymeti olan bir farklılık da Attilâ İLHAN imzasını taşır. O da şiirlerinin hikâyesini "MERAKLISI İÇİN NOTLAR" düşerek , okuyucusuyla paylaşmak yöntemini denemiştir. Attilâ İLHAN şiirlerinin bunca benimsenmesinde, bu yöntemin etkili olduğu açıktır.
***Oğuz ARAL ustamızın, "ÇİÇEĞİ BURNUNDALAR VE TAZE USTALAR" sayfasında anlattığı bir kapak karikatürünün hikâyesi, "hikâyeden okunmayacak" bir hikâyedir. (DIGIL, o3 Ağustos 1989)*ARAL Ustanın anlattıkları arasında dikkatimizi çeken şeylerden birisi de şudur:
........."Evlatları" olarak tanımladığı gençliği; bir ebeveyn, iyi bir öğretmen sorumluluğuyla -karşılık beklemeden- aydınlatmak uğruna didinirken; yorgunluk ve uykusuzluğunu hissettirmemek için nasıl da işi şakaya vuruyor... Ama bu şaka, "acıyı bal eyleyen" mizahî bir şakadır... Yürek sızlatan bir şaka... Hani, o misal ki; "Kan kusup da kızılcık şerbeti içtim" diyenlere yaraşan, çelebice bir şaka...
***.. (Aşağıdaki yazıyı okurken yorulan birisi; bu yazıyı yazan ve buradaki gibi yüzlerce karikatürü çizen OĞUZ Ustanın yorgunluklarını daha iyi anlayacaktır. Kıymetini de...)
***
SON BİR SÖZ: Karikatürcü dostlarımız -arada sırada da olsa- MİZAH VE ŞİİR'e "öyküleri olan" karikatürlerini göndermeyi denesinler. /Bu durum; çok işe yarayacak, karikatüre heves edenlere cesaret verecektir./Teklif bizden, adım atmak siz dostlardan...

.................................Sevdakâr ÇELİK




>--Söz OĞUZ ARAL ustanın-->

BİR KAPAĞIN HAZİN ÖYKÜSÜ
Bu hafta kapakta gördüğünüz karikatürü tam bir gece bir günde çizdim... Aslında biraz daha vaktim olup da uğraşabilseydim, baskıya verirken içim daha rahat olacaktı... İlk bakışta "Bunun neresi bir gece bir günlük kapak? Altı üstü 6 ağız bir adam" diye düşünebilirsiniz. Ama hem kazın hem ördeğin ayağı hiç öyle değil... Bazen çok basit gibi görünen kompozisyonlar vardır. Çizerin canına okur... Bu sayfanın çok kere canına okunmuş çizerleri derdimi daha iyi anlayacaktır...


Karşılaştığım zorlukların başında ağızların yerleştirilmesi geldi... Tek tek, parça parça ve birbirine çok benzeyen biçimler yan yana konduğu zaman felaket bir tekdüzelik (monotonluk) yaratır... Öyle ki insanın bakarken içine baygınlık, bir fenalık gelir... (Yeni argoyla, darallar gelir...)
O zaman, bu biteviyeliği nasıl yok edebilirim diye düşündüm. Bunun iki yolu var; Birincisi ağızları birbirine biçim olarak benzemekten kurtarmak... İkincisi ise boylarını değiştirmek...(Tabii bu düşünme ve taşınmalar hep çizerek ve silerek oluyor...) Ben de öyle yapıp değişik biçimli ağızları irili ufaklı çizdim... Ama yine olmadı... Bu kez ağızların birbirine uygunluktaki hareketlerini hesaba katmamıştım. Ortalığı bir keşmekeş kaplamıştı... Bir süre değişik hareketli, değişik boylu ağız kompozisyonu vıcır vıcır etmişti... Bu karışıklık içinde hiçbiri rahat ve net görülemiyordu.. Haydii baştan silip onları, bir matematik içinde yerleştirdim. Bu matematiğin formülü yoktur. Çize, sile yerleştirilerek çözüm bulunur... Bir de bu matematik duygusu yıllarca çize çize elde edilir...
Buna çizgide "matematik sezgisi" de diyebiliriz...
***
Bunca patırtıdan sonra oldu zannedebilirsiniz. Ama, çıka çıka ortaya bir akademi kompozisyon ödevi çıkmıştı... Her şey doğru, her şey yerli yerinde... Ama, yerinde olmayan karikatürün kendisiydi. Çünkü bu estetik (güzellik) sorunlarıyla uğraşırken karikatürü asıl çizme nedenimi unutmuştum... Ağızlar, genç insana; ne bağırıyor, ne emir veriyor, ne eleştiriyor ne de üstünlük taslıyordu... Oysa ben bu karikatürü sadece güzellikler yaratmak için değil, içimdeki haksızlık duygusunu açıklamak ve iletmek için çizmiştim... Sürekli bağırılan, çağırılan, kendisine ne yapması ve ne olması gerektiği söylenen, emir verilen, gaddarca eleştirilen, karalanan, hakkında idam hükümleri bile verilen gençliği çizmek istemiştim... Üstelik ne düşündüğü ve ne dediği kimse tarafından sorulmayan gençliği... (Üstelik çizerken biraz aşağılık duygusuna da kapılmadım değil... Çünkü kendi oğlum, kızım, dergideki, okuldaki kızlarım oğullarım da aklıma geldi... Onlar aklıma geldiyse, aynı haltı kendim de sık sık yapıyorum demektir... Yani biraz günah çıkarma gibi oldu bu karikatür. Her sanat eserinde çokça itiraf ve bir miktar kendi canını acıtma olmalıdır... Yoksa insan, her konuda fetva veren şeyhülislam veya bir köşe yazarına dönüverir...)
*** .. Uzun sözün kısası teknik bir estetikle uğraşırken konsantrasyonumu (duygu yoğunluğunu) kaybettiğim için sabahın köründe hepsini bir kez daha sildim. Bir ara,"tek genç ve tek ağız çizeyim de canımı kurtarayım şu karikatürden" diye düşünmedim değil...
Sonra da. kendimi bir güzel azarlayıp hem kompozisyonu, hem, ağızların iç hareketlerini, hem birbirine ve gence göre hareketlerini, hem ifadelerini (göz olmadan ifade vermek güçtür) hem de karikatürü çizme nedenim olan duyguyu unutmadan ertesi günün saat dört buçuğunda bir kez daha çizdim...
Bir ara, ağızların arasına "Sen adam olmazsın... Ne lan o saçlar homo mu olucan?... Çalış be çalış... Biz senin yaşındayken... Haazrool!... 30 yıl ağır hapis... Bunlar ya terorist ya orospu olucaklar...” gibisinden sözler yazmayı düşündüm ve hemen vazgeçtim... Çünkü bu somut sözler ağızların etkisini çok azaltacaktı... Ağızların ifadesinin bu sözlerden daha vurucu olacağına inandım... Algılamayı okurun duygu ve imge gücüne bıraktım...
***
Tüm bunları size bakın biz neler çekiyoruz diye yazmadım. Bu sayfanın çizerlerinin en büyük belası olan kompozisyon üstüne bir maceramı anlattım. Böylece kıssadan hisse yöntemiyle yardımcı olacağıma inandım... (Tabii bir kısmının gözünü korkutup ve kaçırıp her hafta daha az karikatüre bakma umudum da var hesapta... Hehheee...)Ama, bu kompozisyonun en büyük ve çaresiz yanlışını söyleyeyim son söz diye... Bu karikatür iki üç misli büyük basılmalıydı...
Ve ağızların sayısı 30-40 olmalıydı... Hani gökyüzünde yıldızlar gibi... O zaman kompozisyonla çarpıcılık yaratmanın tüm olanakları ortaya çıkacaktı... Dergi için karikatür çizmenin kısıtlayıcı çok yanı vardır... Ama yine de çok güzeldir... Bazen çoktan da fazla... ............................................................ O.A.
................................-o-......................................................

Hiç yorum yok: