16 Şubat 2008 Cumartesi

GIRGIR-sayı:546-KARAMİZAHA dair
Değerli Dostlar,Şair-Karikatürcü arkadaşımız Sevgili O.Yavuz İNAL’dan 06 Şubat 2008 tarihinde ulaşan ileti, karikatüre dair yorumlar içermekteydi. Ortaya koyduğu düşünceler, bize; yıllar önceki bir OĞUZ ARAL yazısını anımsattı. Zaman alan bir arşiv araştırmasının ardından, 20 Şubat 1983 tarih ve 546 sayılı GIRGIR’a ulaştık.
Oğuz ARAL ustamızı saygıyla anarak ve Osman Yavuz İNAL arkadaşımıza teşekkür ederek, söz konusu yazıları sunuyoruz.
................. Sevdakâr ÇELİK

... (...) Şimdi benim şöyle bir tespitim var. Yazısız karikatürler genelde -istisnalar hariç- bir fikri, yanlış giden bir şeyi, eksikliği vb. karikatüre konu olan düşünceyi, o düşüncenin sorunlarını ön plana çıkartmak için biraz da abartarak, bazen de karamsarlıkla veya tam karşıtı bir obje ile zıtlık ögesinden faydalanak çizilen çizgilerden oluşmaya başladı. Yarışma albümlerine bu gözle bakarsan büyük çoğunluğunun bu şekilde olduğunu göreceksin. Özellikle doğu bloku çizerlerinde bu tespitimi daha net göreceksin.. Bizler de o büyük ustaların çizdiklerine bakıp, doğrusu bu diye yarışma karikatürü olarak hep benzerlerini çizdik/çiziyoruz. Belki de karamsar karikatür çizmek daha kolayımıza geliyor. Yurt dışında yazısız ve sırf komik çizen karikatürcüler de var. Ama sosyal konularda yazısız ve karamsar olmayan , umut veren çizer yok denecek kadar az. (...)
..................... O.Yavuz İNAL
* * *


GIRGIR-
sayı 546
Bazı konular ülkemizde çok fazla çizildiği için fazla yüz vermiyoruz, örneğin ben çocukken sucuk ve at ilişkisini Cemal Nadir kuşağı evire çevire çiziyordu. Sonra bizim kuşak da aynı konuyu çize çize helak oldu.. Şimdi de sizler çiziyorsunuz. Sorunlar değişmedikçe konular değişmiyor. Gazeteler at ve eşek etinden hala sucuk filan yapıldığını cayır cayır yazıyor. Ben de aylarca önce gönderdiğiniz karikatürü yayınlıyorum. Türk karikatürcüsünün işi çok zor.. Yüzyıllardır değişmeyen konulara devamlı değişik espri bulmak zorunda... Değişik espri bulamayınca bu kez, haklı olarak karikatür anlayışını değiştiriveriyor. Her etkiye göğsümüzü, bağrımızı böyle açmamızda, dünyaya kapalı büyümenin etkisi büyük... Geçmişinde (Halk Kültürünün dışında) yazılı çizili kültürü birikmemiş bir toplumda yetişmenin etkisi daha da büyük. Şap diye kapıverdiğimiz üslup ve anlayışa batılı karikatürcü nasıl geldi acaba diye de düşünmüyoruz. Adamlar hangi olayları, hangi, koşullarda yaşadılar da bu mizah anlayışını benimsediler. Hangi resim, afiş ve baskı tekniklerinden geçerek bu çizgiyi yeğlediler diye araştırmıyoruz..
Üstelik karikatür anlayışı, pattanak ithal edilirken yanlış adresten alınıyor. Örneğin günlük gazeteye çizen bir Türk karikatürcüsü Amerikalı ya da Avrupalı bir albüm ve dergi karikatürcüsünün anlayışını benimseyiveriyor. Batılı karikatürcünün çizdiği gözüne çok "İleri sanat" olarak gözüküyor. Çünkü adamın dert ettiği konular bize yeni geliyor. O konuların getirdiği biçimsel buluşlar bize fazla albenili geliyor. (Haydaaa..Bir batı albümü çizgisiyle "At etinden sucuk" karikatürü çizmeye başlıyoruz gazetelerde.. Eh o simgeci ve biçimselliği ön planda tutan çizginin anlatımı, gazetelerimizde derdimizi ayrıntısıyla anlatmaya yetmiyor. Yetmeyince de yıllarca önce karikatürden aforoz edilen "Söz" unsuru bu kez en "Yamalanmış" biçimiyle kullanılıyor.. Park bankına oturmuş adama BANK-ER, bir kolu olmayana: TEK-EL ya da boğaz sıkan ele: EL-SALVADOR filan gibi sözcükleri yarısından bölüp, resmi mizahlı kılmak için kullanıyoruz. (Aynı sözcük bölme formülüyle halk bunların binlercesini üretmişti zaten.. Hani fillerin fakiri seFİL, fillerin çiçeği karanFİL, FİLe, keFİL gibisinden koca bir FİL sözlüğü oluşturulmuştu.) İthalat yanlış adresten yapılıyor demiştik, örneğin: yarışmaların gözde ve gündemde olduğu dönemlerde gazete ve dergileri bir "Yarışma Karikatürü anlayışı" kaplayıveriyor. Oysa o karikatürler, sergiye asılma ve belli anlayıştaki bir jüriye beğendirme amacıyla çizilmiştir. Bizler de (Hani Sartre'ı bir gecede özümlediğimiz gibi) bu anlayışı tek gerçek belleyip karikatürün yüce ve şiirli ufuklarında kanat çırpmaya başlıyoruz. Gelsin sulh kuşu, gitsin çiçek.. Bomba ve barış üstüne yüzlerce karikatür..
Ama pazarda maydanoz pahalılaşınca, gazeteleri Ahu Tuğba sarınca, bankerler kaçınca, filan bakan fişmekan sözü yumurtlayınca da karikatür çizmek gerekli... Fakat o sergi karikatürü çizgisi, savaş barış kavramlarını "Ey insanoğlu nereye gidiyorsun?" gibi felsefi konuları işlemek için icat edildiğinden, bizim bankerlerle, çarşıdaki maydanoza uymuyor. O zaman yapacağımız iki iş kalıyor: Ya Ramiz gibi çizilmiş bir kafanın altına Steinberg gibi bir vücut oturtarak, alt, üst ve kenarını yazılarla boyayıp, karikatürü Kayseri pazarında satmak..Ya da işsizlik, banker, televizyon, Vehbi Koç filan gibisinden basit (!) insanların uğraşacağı konuların dışında kalmak. Dışında ne demek üstünde kalmak.. Böylece dünyanın yüce sorunlarını kendine dert edinen bir yüce karikatürcü olmaktır. Tabii bu arada, Ahu Tuğba gazeteciliği, köşeyi dönme sorunu, mapusanelerin kalabalığı, kulüp başkanlarının aldığı krediler, kız isteme gibi bize has ilkel ve kaka sorunları dert edinip çizen diğer karikatürcülere de “Tu kaka” demeliyiz ki ne yücelerden yüce karikatürcü olduğumuzu yedi düvel anlasın.
(Maalesef yüce karikatürcü olmak için, karikatür okurundan değil, başka bir yerden geliriniz olmalıdır. Eh na’apalım, yüce karikatürcülüğün, böyle hafif mide ekşiliği yapan yan tesirleri de vardır.)Söz beygir sucuğundan açılıp karikatürün ithalatçılığında bir türlü kapanamadı.. Kapanamaz da zaten, örnekleri de yayınlarsak konu bir kitap olacak kadar geniş ve önemli.
O güne kadar, halkı hindi yerine koyup "Düşündürücü karikatür" çiziyorduk. Çünkü "Karikatür güldürücü değil düşündürücü olmalıdır" vecizesini 90 yılda anca bulmuştuk... Gülen insandan pek hoşlanmayan militarist ve pederşahi aile yapımıza da pek uymuştu. Hele bilinç kofluğunu asık suratı ardında gizleyen birçok aydının yanında ezik kişilerdik. Çünkü onlar gibi ciddi (!) işlerle uğraşmayıp mizah gibisinden "Sulu" işlerle uğraştığımızdan aşağılık duygusu duyuyorduk herhalde...
İşte kara-mizah sözcüğü bizim ne ciddi kişiler olduğumuzu, ak değil kara işlerle, yani; yoksulluk, sömürülmüşlük gibi sosyal ve politik işlerle uğraştığımızı cümle aleme anlattı. Yıllarca karamizahçı geçindikten sonra, yahu biz bu kara-mizahı yapıyoruz ama, bu mizah türü ne demeye geliyor acaba diye merak ettik. Biraz inceledikten sonra, bu karamizahçı batılıların derdinin bizimkine hiç benzemediğini gördük.
Karikatürde karamizahın öncüsü sayılan Paris'li Topor, imanına kadar umutsuz bir çizer... Diğer yüzlercesinin de ne halkından ne toplumundan yana pek parlak umutları kalmamış... Hepsinin konusu olumsuzluk, çaresizlik... Dönmesi olanaksız, dörtgen çizilmiş araba tekerlekleri, yürünmesin diye yere çakılmış pabuçlar, delikleri zincir gibi birbirine geçmiş kesmeyen makaslar, ışık yerine karanlık çıkaran elektrik lambaları gibi çaresizliği ve umutsuzluğu işleyen binlerce karikatür..
Sonra da "Yahu Paris'in göbeğinde oturup dünyanın kaymağını yiyen bu tuzu kuru karikatürcüler nasıl, neden umutsuz olabilirmiş" diye düşünmeye başladık.. Gördük ki adamlar haklı.. Bir kere sarsılmaz, değişmez ve lök gibi oturmuş bir sermaye düzeni içinde yaşıyorlar... Minik dergicikler ve albümcükler dışında tüm basın bir ucu silah fabrikalarına varan tekellerin elinde... Kitleleri yönlendiren de, neyin cici, neyin kaka olduğunu çok deneyimli ve kurnazca anlatan bu basın-yayın tekelleri... Çalışan tüm kitleler sanatçısından kopmuş.. İşçi Piyer ile memur Janin'e, karikatür olarak Lassaivy'nin ve Kiraz'ın elma kıçlı kızları gösteriliyor. Ya da günlük gazetelerde sol gösterip sağ vuran küf kokulu karikatürler sunuluyor.
O zaman Topor gibilere küçük bir elit-aydın tabakasına çizmek kalıyor. Elit-aydınların birbirine mal beğendirme ve yapılmamışı bulup şaşırtma alış verişi içinde karikatürcü milleti de halkından büsbütün kopuyor.
İşte karamizah batılı karikatürcünün çaresiz döngüye yaktığı ağıttır. Ya da umutsuzluk çığlığıdır.

Oysa biz beğenmediğimizi değiştirmek için çizen hem de umutla çizen karikatürcüleriz.. En azından halktan umut kesilmez görüşümüzün somut örneği Gırgır değil mi? Düne kadar tek karikatürcüye zar zor iş veren gazetelerimiz bugün üçer, beşer çizere yer vermiyorlar mı?
Eh, artık sözümüzü bağlayalım. (Yandı sayfamızın çizerleri bu hafta). Çünkü diğer sanatların çoğu, sanatçıların günahı olmadan "Elit-aydın" sanatına dönüştü.. Gerek ekonomik, gerek ulaşım sorunları, gerekse yasaklamacılık kitapları, tiyatroları, müzikleri halktan koparıyor. Hatta tanışmasına bile engel oluyor. Bu sanatları küçük bir zümre izler oldu... O pek bayıldığımız batılı karikatürcülerin düştüğü tuzağa düşmeyelim..Evet karikatür çizmeyi batıdan aldık. Ama onların her hapşırdığı, yerde bizim nezle olmamız gerekmez. Treni de batıdan aldık..İnsanlarımızı taşısın diye..Otomobiller ve uçaklar çoğaldığı için, Berlin'de tren kompartımanlarını tekerleklerini çıkarıp lüks lokanta yapıyorlar. İnsanları vagondan kışkışlayıp güzelim treni on kişinin keman müziğiyle fileminyon yediği "Restoran" biçimine sokmadan önce iyice düşünelim...
Üstelik size bir sır verelim:Hem kitleleşmiş ve hem de en güzel karikatür çizmek mümkündür... Zaten kitleye en "Estetiği" yakışır. Bizim kuşağımızın az bilinçli, çok yetenekli yüz kişiyi bulmayan çizeri karikatürü bugüne taşıdı. Bizden sonraki kuşağın daha bilinçli ve on binlerce kişi içinden gelecek çizerleri mutlaka daha doğrusunu ve güzelini yapacaktır. Çünkü onların “Daha fazlasını” isteyecek ve kolay kandırılamayacak milyonlarca okuru var.
................................................ OĞUZ ARALÖnemli not: Bu gece işim erken bitti... Çünkü bu sayfa için tek tek karikatürlere bakmak, mektupları okumak ve her karikatüre ölçülü biçili öğüt düşünmek, yukardaki gibi bilgiççe gevezelik etmekten çok daha zormuş...
GIRGIR: sayı 546, 20 Şubat 1983 ... ........
. MİZAH VE ŞİİR’in notu: Oğuz ARAL ustamız, bu bağlamdaki düşüncelerini -karikatürlerle örnekleyerek- GIRGIR’ın 547’nci sayısında da sürdürmüştür. /Önümüzdeki hafta sizlerle paylaşacağız.

Hiç yorum yok: