8 Mayıs 2012 Salı



UNUTMAK, YOK ETMEKTİR... UNUTMAYALIM.!.
                            Sevdakâr ÇELİK



...devam >.> http://karikaturculerdernegi.com/2012/05/unutmak-yok-etmektir-unutmayalim/


Altan Erbulak-Yüreğ
i
mizi IŞITANLAR/sevdakâr çelik: "unutmak, yok etmektir....unutmayalım.!."

"unutmak, yok etmektir.... unutmayalım.!."  
                                                  Sevdakâr ÇELİK
Olmadık zamanda (o1.o5.l988) aramızdan ayrılan ve “on parmağında on hüner olan” sevgili Altan ERBULAK; yazar, sunucu, şovmen, karikatürcü, sahne ve sinema sanatçılığı ile yüzümüzü güldüren, bizi sıcaklığıyla sarmalayandı.
Işıltılı bir gençlik yaratmadaki çabası, örnek tutumu unutulamaz.
Yanlış modellere özenip, çıkış bulamayınca harcanan gençlerimizi, telafisi olanaksız hallerde görünce; gözlerimiz Altan ERBULAK’ı arar… Çünkü ona olan saygı, sevgi ve hasretimiz bakidir..
*
Aramızdan ayrılışının yıldönümünde sevgili Altan Abiyi, kendi kaleminden bir yazısıyla anmak istedik... Bir olaya uzaktan bakınca ne kadar komik, yakından bakınca ne kadar dramatik olabileceğini fark edeceksiniz “özlem odaklı” bu yazıyı okurken.
Ve “güldürürken acı da çeken palyaço”nun öyküsünü anımsayacaksınız..
Aziz NESİN ustanın, “Ortaçağ simyacıları taşı altına dönüştüremediler, ama ben gözyaşlarımı kahkahaya dönüştürdüm.” özdeyişi düşecek aklınıza.
***
..”İyi insanlar, hep hatırlatır kendini; sonsuzluğa göçseler de...” diyelim ve sözü, sevgili Altan ERBULAK ağabeyimize bırakalım:
**

 
BİR BİRANIN YERE DÖKÜLME HIZI
Beyoğlu’na kravatsız çıkılmadığı dönemleri anımsayanlarımız gittikçe azalıyor, biliyorum ve şu anda bir bardak buzlu biranın ardından Beyoğlu’nu gözlüyorum.Anılarım, biranın bembeyaz, küçük balonlu köpüklerine karışıyor; yıllar öncesine, 1950’lerin Erzincan’ına götürüyor beni. Erzincan’ın “Kabak Tepesi”ne. Yöre yaşayanlarının Sarıkışla diye bildikleri yerlere.
Askerliğimi orada yapıyorum.
Yaz mevsiminin birdenbire bitip, ertesi gün kış mevsiminin geldiği Erzincan. Yaşam üzerine bugün neler biliyorsam, aşağı yukarı yüzde 50’sini öğrendiğim asker ocağı. Her şey köpük köpük.
Beyaz duru ve net.
Sıla özlenmese, adı sıla olmaz zaten. İstanbul’u, Beyoğlu’nu ve içinde yaşayan sevdiklerimi özlemenin doruğundayım. Komutanlarımdan kopardığım beş günlük izin Nobel ödülü gibi geliyor bana.
-Gidiyorsun ha!
-Evet! Seni de götürmek isterdim ama olmadı. Oralardan istediğin bir şey var mı Adnan?Adnan, şimdi rahmetli. Benim çok sevdiğim asker arkadaşım. İstanbullu.
-Ne isterim ki? Ama şey yapabilirsin, benim için bir bardak birayı, gittiğin bir birahanede yere dökebilirsin. Bu, bir emir.
-Bak, kravat taktım, pabuçlarımı boyattım, süslendim. Beyoğlu’na çıkıyoruz değil mi Çetin?
-Tamam be oğlum, bir saat sonra Orman’dayız.
Çetin’in Orman dediği Orman Birahanesi. Çoktandır orası bir banka şubesi. Banka şubelerinde de bira içilmiyor ki ağız tadıyla.
Şöyle bir kurulduk mermer masanın iki ucuna. Orman Birahanesi’nin sahibiyiz sanki. Ta dipten, karanlıklardan bir garson yaklaşıyor masamıza. İstanbul’da doğmuş ve bu masaların arasında yaşlanmış sanki.
-Üç bira bize. Sonra ufak tefek bir şeyler de getir.
İki kişilik masaya ”neden” üç bira, sormuyor garson. Geldiği karanlıkta kayboluyor.
İşte, iki kişi ve üç bardak bira. Adnan’ın bardağı sağ elimde, benimki sol elimde. Çetin’le tokuşturuyoruz bardakları.
-Hadi bakalım, dostluğa.
Önce yavaştan, sonra birden boşaltıyorum Adnan’ın bardağını yere. Beyaz, sarı köpüklü gözyaşları bunlar. Hadi biri kızsa ya! Biri bir laf etse ya! Yay gibiyim. Bütün dünya ile savaşabilirim.
O garson gene kendi karanlığından gözüküyor, önce silüet, sonra belirginleşiyor. Elinde bir teneke, bir de süpürge var. Tenekedeki ince talaşı yerdeki bira ıslaklığının üzerine serperekten konuşuyor:
-Uzakta bir arkadaş var galiba? Nasıl olsa kavuşursunuz, bir bira daha getireyim mi onun için?
...
Dedim ya, Beyoğlu’na kravatsız çıkılmazdı o zamanlar. Şimdilerde çıkılıyormuş, öyle diyorlar.
mizahveşiir arşivi_ 31.1o.2oo7

Hiç yorum yok: