25 Ağustos 2007 Cumartesi

*her karikatürün bir öyküsü vardır*... "PENCEREDEKİ GÜVERCİNLER"in öyküsü...


KELEBEK ol(ma)mak...
Gecenin koyu karanlığındaki bir KELEBEK; helezonlar çizerek uçuyor; sonra, ışığın aydınlığındaki bir pencere camına vuruyor kendini...
Bulunduğu karanlık ortamdan kurtulmak istediği çok belli...
Evin mutfak penceresinden yansıyan ışığa ulaşmak istediği çok belli...
Lakin bir engel var önünde...
Algılayamadığı bir engel... ŞEFFAF bir engel... CAM...
Dakikalar geçiyor... “Işığa ulaşmak” isteminden hiç vazgeçmiyor kelebek... gidip gelip cama çarpması ondan... olmayınca bi tur daha atıyor... Kanatlarının o sürekli pırpırıyla yeniden yöneliyor ışığa... ve tabii ki cam engeline...
Kelebek; ışığın yayıldığı mekânın içindeki “ışık odağı”na ulaşmak çabasından hiç mi hiç vazgeçmiyor...
Ve sonunda...
(Hayır, “SON”u açıklamayayım. Herkes kendince bir SON düşünsün KELEBEK için.)
........................... -oOo-
Kelebeği kendi dünyasında bırakıp, insanın dünyasına geçelim.
Kelebeğin yaptığına benzer şeyleri insanoğlu da yapıyor: ENGELİ AŞMAK eylemini yani...
Soralım kendi kendimize:
*Her engel aşılabilir mi?
*Her engel, gerçekten engel midir?.. Yoksa, bizim aşamadığımız şeyin mi adıdır engel?
*Benim aşamadığım engeli AHMET aşarsa; acaba Ahmet de, bir "ENGEL"i aştığını mı düşünür?
*Engeli aşmak için hangi donanımlara gereksinme vardır?.. AKIL, tüm engelleri aşmaya muktedir midir?
*Engeli, “gözükara”lar mı aşar daha çok?.. Yoksa, matematiksel hesaplar yapıp tüm ihtimalleri hesaplayanlar mı?
. SORULARI daha da çoğaltmak mümkün... Geçelim...

.......... Yeniden, KELEBEĞİ anımsayalım.. Gecenin karanlığından kurtulup ışığa ulaşmak isteyen; ama önündeki CAM engelini aşamasa da niyetinden vazgeçmeyen KELEBEĞİ....
Kelebeğin yaptığına benzeyeni insan da yapıyor. Engel(ler)i aşmak istiyor... Aşıyor ya da aşamıyor...
.......... Engeli aşmak konusunda gösterilen çaba, türlü biçimlerde yorumlanabilir.
“Acaba sizin yorumunuz nedir?” diye sorduktan sonra; aklıma ilk gelen birkaç ihtimali sıralayayım:
........ 1-*Bu vazgeçmemişliği kararlılık olarak değerlendirenler olabilir... ölüm pahasına bir kararlılık... (“Ölümü kutsayanlar” örneğin, böyle mi değerlendirirler dersiniz?)
2-*Bu vazgeçmemişliği; kelebeğin, önündeki engeli aşıp aşamayacağını algılayamaması / bu tür bir yoruma varamaması olarak da değerlendirenler olabilir... (“Hayatı, yorum yaparak yaşayanlar” örneğin, böyle mi değerlendirirler dersiniz?)
3*Aşılması olanaksız engele karşın habire saldırıyor / ve şöyle birdurup “durum değerlendirmesi yapmadan” habire hamle yapıyorsan; en kutsal değer olan bedenini bile bile (hayır, bilmeye bilmeye) ölüme atıyorsun demektir... (“Yaşamayı kutsayanlar” örneğin, böyle mi değerlendirirler dersiniz?)
Bazı hallerde; ...engelleri aşarsak iyi yaşam olanaklarına kavuşacağımızı düşünürüz...
Ve bazı hallerde de; ...
“iyi yaşam olanağına kavuşmak niyetiyle engelleri aşmak isterken” hayatımızdan oluruz..
.... Her neyse!... ...aslolan yaşamaktır kuşkusuz....
............ ***
Işıklı cama çarpa çarpa can veren KELEBEĞE (ya da benzer durumdaki İNSANA)– “zavallı” diyerek acıyanlar,
aptal” diyerek umursamayanlar,
kahraman” diyerek alkışlayanlar çıkabilmektedir.
-ACABA?...
Ölümü kutsayanlarca- KAHRAMAN;
Yaşamayı kutsayanlarca- “ZAVALLI bir APTAL” mıdır kelebek?...
............. ***
-VE ACABA SİZCE DE;
Ne yanından bakılırsa bakılsın; “APTAL ZAVALLI” olmamak ()dır doğrusu.?..
KELEBEK olmamak (mı)dır. /18 Ekim 2oo2, mnmn


Sevgili Dostlar,
Yukarıdaki metin, yaşadığım bir gözlemin sonucu olarak yazıldı. Gözlediğim bir kelebekti. Tarih, 18 Ekim 2oo2.
***Bir şeyi sadece görmüyoruz. Gördüğümüz şeyler, türlü biçimdeki yorumlarıyla, çağrışımlarıyla yerini alıyor belleğimizde... Üstelik sürekli olarak da dönüşür; ta ki, özbenliğimize uygun bir biçime gelinceye dek...
***Bir marangoz olsaydım, yaptığım iş(ler)e bi şekilde yansıyacaktı kelebek gözlemim...
*Bu tür bir gözlem; RICHARD BACH'ın "MARTI"sı gibi romana da dönüşebilir... bir sinema filmine, heykele.v.b.
***Belleğimi uzun süre meşgul etti bu durum... Yaklaşık 3 yıl sonra (o1 ŞUBAT 2oo5) "karikatür eskiz defteri"me "çizgi"yle NOT düştüm; fırsatını bulur da, orijinal bir çizim yaparım, diye...

***
Aradan biraz daha zaman geçmesi gerekiyormuş, adına "orijinal çizim" diyebileceğimiz son çlışmayı yapmak için...
Yine de "sabırsız"davrandık, diye düşünsek de, o orijinal çizim nihayet gerçekleşti. (o9.o4.2oo5)
***Yandaki çalışmalara bakıldığında, "Eee, biz burada kelebek göremiyoruz.!.." diyeceksiniz. Haklısınız...
***Bana sorsanız, burada o geceki KELEBEĞİ, hatta başka başka şeyleri gördüğümü, rahatlıkla söylerim.
***Az önce; "Bakıp gördüğümüz şeyler, beynimizde türlü formlara girer." demeye çalıştık...
-Gördüğümüz kelebeği "güvercin"e dönüştürmüşüz.
Eh, buna da şükür !...
Ya, "tren"e dönüşseydi?...
.................... sevdakâr çelik
....................... o=0

* Bir Ufak NOT:-
Ülkemizde TELEVİZYON yayıncılığı başladığında; kameraya gözükme, kadrajdan içeri girme isteği had safhadaydı.
Kafa uzatmalar, el sallamalar ve mutlaka 32 diş göstererek gülümsemeler... (Ayıp olmasın diye gülümseme dedik; siz buna "SIRITMA" deseniz isabet olur)
Yeşilçam'ın o eski "siyah beyaz" denilen filmlerinde de bu tür "makaslanmadan" duran film sahnelerine rastlamışsınızdır...
Film; diyelim ki; bir meydan muharebesi sahnesi çekimindedir... Kenardan birisi, ne yapıp ne edip kafasını uzatmıştır kameradan içeri...sırıtmakta ve elindeki domatesi ibret-i âlem için ısırmaktadır bi güzel... ve daha neler...
Bi de şey... Edebiyat dersinde, sanki övünülecek bir halmiş gibi; "Biiiz destan yapmaktaaan, destan yazmayaaa fırsat bulamamış bir ceddin evlatlarıyız." demişti öğretmenimizin birisi...
Eh, hal-i pürmelalimiz ortada...
Destan "yapmayıp" da destan yazsaydık, bugün;
-Avrupa Avrupa duy sesimizi!.. diye teselli naraları atmayacaktık
***"Ufak" deyip de bi türlü "ufaltamadığımız" NOT'umuzu şöyle bağlamak istiyorum:
-A Dostlar!
Bu "site"nin inşaatına(!) başlarken; "kum, çakıl, demir, mala, çekül v.b." malzemelerimizi biriktirmiş olarak başladık. Soğuk demircilerimizin seslerinin yanık ve mutlaka "arabesk şarkı söylüyor olmalarına" da azami özen gösterdik...
Daha yedekte; bir iki "site" çıkaracak malzeme de var... Mazot benzin derseniz, gani...
....... Lakin biz istiyoruz ki, "Birlikten kuvvet doğsun.." ... Şahsımıza ait ve hep "ŞAH"sımızı anlatan "ŞAHsa ÖZel" Haber Ajansı komikliğine düşmemizi beklemeyin bizden..
Kadraja girmek için sürekli kafa uzatan sırıtkanlığın, sevimsiz şey olduğunu da çoktan sindirmişiz içimize..
-Dostlarımızın "DESTAN YAPMAKTAN DESTAN YAZMAYA VAKİTLERİ YOKSA, ONU DA BİLELİM..."
-"Avrupa Avrupa, duy sesimizi!" diye bağrılacaksa, ne duruyorsunuz beni de çağırın; takkemi flamamı alıp katılayım aranıza...
...... -"Ne münasebet?" deniyorsa;
şu münasebet:
1-
Bir çocuğa isim koymaktan daha mı zor, bir karikatürün öyküsünü yazmak?..
-Benden söylemesi: Bu tren kaçarsa, bu kondoktör durmaz.
2- HEYKEL yapmaktan daha ucuzdur PORTRE yapmak... Raşit YAKALI Portre Karikatürleri çağrısında bulunmuştuk... (Eh, sizin için de bu tür bir kıyak yaparız.../ Sıranızı savmanız koşuluyla tabii... )

Hiç yorum yok: